29 Nisan 2018 Pazar

Aspidistra

"George Orwell, XX. yüzyıl edebiyatının temel taşlarından olan iki yapıtından önce yazdığı Aspidistra adlı romanında, sınıf atlama özentisindeki dar gelirlilerin bir statü simgesi olarak evlerinden eksik etmedikleri, çiçeksiz bir zambak türü olan aspidistrayı simgesel bir araç olarak kullanmış. 1930'lar İngiltere'sinde yaşanan sınıf atlama çabalarını benzersiz bir kara mizahla eleştirmiştir."

Kitabın arkasındaki tanıtım yukarıdaki gibi. Orwell, bu kitabında da baş karakteri Gordon Comstock üzerinden sistem eleştirisi yapıyor. Kitabın karakteri Gordon, kendi deyimiyle 'para yasasına isyan etmiş' ve 'iyi' bir iş bulabilecekken yoksulluğu seçmiş biri. Kapitalizme karşı savaş açmış ama sosyalizmi de bir alternatif olarak görmüyor. 'Bildiğimiz tek şey neyi istemediğimiz. İşte çağımızda bizim yanlışımız bu. Hepimiz kararsızız, hepimiz Buridan'ın eşeği gibi ikisinden hangisini seçeceğimizi bilmiyoruz. O eşekten tek farkımız, iki yerine üç seçeneğimizin bulunması, hepsi de bizi kusturuyor. Sosyalizm bunlardan yalnızca biri.'

Gordon aslında bir ikilem içinde. Paraya karşı ama bir yandan da onun getirdiklerinin peşinde. Örneğin: aşk. 'Paran yoksa bir kıza nasıl çekici görüneceksin? Doğru dürüst giysilerin yoksa, onu bir yemeğe ya da tiyatroya, ya da diyelim haftasonları biryerlere götüremiyorsan, neşeli, ilginç bir havada olmazsın ki. Bunların önemsiz olduğunu söylemek çok yanlış. Pekala önemli. Paran yoksa, kızla buluşabileceğin bir yer bile yoktur... Ya para tanrısına hizmet et, ya da kadınsız kal, seçenekler bunlardı. Ikisi de aynı ölçüde olanaksızdı.' 

Benzer bir durum dostluklarda da geçerli. Gordon gururlu biri ve para alış verişinin dostlukları zedeleyeceğinin farkında. Bu yüzden parası olan en yakın dostundan bile para isteyemiyor. 'Ne kadar incelikle gizlenirse gizlensin, yardım ya da sadaka korkunçtur; verenle alan arasında her zaman hastalıklı bir ilişki, neredeyse gizli bir nefret vardır.' Arkadaşıyla birlikte dışarda yemek yiyecek parası bile yok. Ismarlatmak istemiyor. Buz gibi sokaklarda gezip, kötü birahanelerde ucuz biralar içiyorlar. 'Sevdiklerinin yanında gereğinden uzun süre kalma, parasızlığın on emrinden biri daha.'  

Gordon, eline biraz para geçince de onu nasıl harcayacağını bilemiyor ve har vurup harman savuruyor. 'Ama paran yoksa, olduğunda nasıl harcayacağını da bilemezsin.'

'Hiç kaygılanmadan, neredeyse bilerek isteyerek kendini mahvediyordu. Bütün bu duyguların altında, bir tembellik, dünyaya karşı bir bananecilik yatıyordu. Yaşam onu yenmişti, yumruğunu indirmişti; ama sen de başını başka tarafa çevirerek yaşamı yenebilirdin. Yükselmektense batmak iyidir. Aşağı, doğru hayaletler krallığına, utanç, çaba, edep ve nezaketin bulunmadığı gölgeler dünyasına! Batmak! Rekabet az olduğuna göre bu iş pek de zor olmasa gerekti! Ama gariptir, batmak çoğu kez yükselmekten zordur. İnsanı yukarı doğru çeken birşey vardır daima. Sonuçta insan hiçbir zaman tümüyle yalnız değildir; dostlar vardır, aşıklar, akrabalar vardır.'

Ve sonunda kitap benim de beklemediğim süpriz bir sonla bitiyor. Daha önce George Orwell okuduysanız ve sevdiyseniz, kesinlikle tavsiye ederim.



8 Nisan 2018 Pazar

Beyin - Bağırsak Bağlantısı

"Beynimiz ile bağırsaklarımız arasındaki bağlantıyı hepimiz deneyimleriz; “doğru geldiği” için aldığımız kararlar, büyük bir toplantı öncesi midemize giren kramplar, stresli olduğumuzda karnımızın guruldaması bu bağlantının göstergeleridir. Bağırsak ile beyin arasındaki diyalog, Ayurvedik ve Çin tıbbı gibi eski tedavi gelenekleri tarafından kabul edilirken, Batı tıbbı beynin, bağırsakların ve bağırsak mikrobiyotasının birbirleriyle iletişim kurma biçimlerinin karmaşıklığını genel olarak dikkate almamıştır.

UCLA’da Stres Nörobiyolojisi Merkezi’nin direktörü olan Prof. Dr. Emeran Mayer, gelişmekte olan bu bilime devrimsel ve kışkırtıcı bir bakış açısı sunarak bize sağlığımızın sorumluluğunu üstlenmek ve vücutlarımızın doğuştan gelen bilgeliğini dinlemek için bağırsak-beyin bağlantısının gücünden nasıl faydalanmamız gerektiğini öğretiyor.

Beyin-Bağırsak Bağlantısı, ağırlıklı olarak bitkisel beslenmenin bağırsak ve beyin sağlımız için neden önemli olduğunu, bağırsak-beyin gelişiminde erken çocukluk döneminin önemini ve çocuklarının iyi gelişmesine yardımcı olmak için ebeveynlerin neler yapabileceğini, aşırı stres ve kaygının gastrointestinal hastalıklar ve bilişsel bozukluklardaki rolünü, “içimizden gelen hisleri” nasıl dinleyeceğimizi ve vücudumuzun bize gönderdiği sinyallere nasıl dikkat edeceğimizi ve çok daha fazlasını anlaşılır bir dille açıklıyor."

Kitabın arkasındaki tanıtım yukarıdaki gibi. Kitap, adından da anlaşılacağı gibi beyin ve bağırsak arasındaki ilişkiyi inceliyor. Bunu yaparken sizi sıkmayan akıcı bir dil kullanıyor. Başlığı bile ilginizi çekmeye yettiyse, okumanızı tavsiye ederim.  

Kitabın yazarı, kısa bir biyografisini, kitabın 'sezgisel kararlar almayı anlamak' adlı bölümünde vermiş. Aslında amacı daha çok konuyla ilgili kendi hayatından örnekler vermek. Yazar, Bavyera Alplerinde büyümüş ve beşinci nesil şekerlemeci olmak yerine, bilim ve tıpta bir kariyer seçmiş. Bunu yaparken de ilk kez içinden gelen hislere kulak vermiş. Daha sonra başka bir içgüdüsel kararla Münih üniversite hastanesinde ihtisas yapmak yerine Los Angeles'ta Ülser Araştırma ve Eğitim Merkezi adlı araştırma enstitüsüne katılmış.

'Içten gelen hislerin saklandığı kütüphane, her birimizle ilgili günün her saniyesi ve yılın 365 günü toplanan muazzam miktarda kişisel ve dikkat çekici bilgiden oluşur. Bu depolanmış bilgiler, hayatımız boyunca yaşadığımız sayısız olumlu ve olumsuz duygusal durumu temsil eder. Duygusal anlarla ilgili anılarımızın minik Youtube video klipleri gibi beynimizde depolandığını hayal edin. Içimizden gelen hislere göre bir karar verdiğimizde, beynimiz duygusal anıların bulunduğu uçsuz bucaksız video kütüphanesine, Google araması yapar gibi erişir. Aldığınız her kararın olası tüm olumlu ve olumsuz sonuçlarını bilinçli olarak düşünmek gibi uzun zaman alan bir işlem yapmanız gerekmez. Bir eylemde bulunma gerekliliği ile karşı karşıya kaldığınızda, beyniniz, göstereceğiniz tepkinin size neler hissettireceğini öngörür. Beyin bu tahmini hayatınız boyunca diğer benzer durumlarla karşı karşıya kaldığınızda yaşadıklarınızla ilgili duygusal anılara dayanarak yapar.'

Yazar bu bölümde, kadınların sezgilerine de değinmiş ve hastalarından edindiği deneyimlerle biz kadınların sezgisel kararlar almada erkeklerden daha başarılı olduğumuz sonucuna varmış :) .

Kitabın içinde, 'sezgisel kararlar almak' bölümü haricinde de ilgimi çeken birçok bölüm oldu. Örneğin, ilerleyen motor kompleksi adında öğünlerin arasında oda temizlikçisi gibi görev yapan farklı bir basınç dalgası olduğunu ve bu basınç dalgasının istenmeyen mikropları, çözünemeyen herşeyi ince bağırsaktan kalın bağırsağa doğru süpürdüğünü öğrendim. Bu temizleyici dalga biz uyurken iş görüp, kahvaltıda aldığımız ilk lokma ile duruyormuş. 

Kitabın 'sağlıksız anılar' bölümünde anlatılan sıçan deneyleri gerçekten çok ilginç. Bu bölümde anaç ve ihmalkar anne sıçanlardan bahsediyor. Laboratuvarda strese sokulan anaç anneler ihmalkar annelere dönüşmüş ve yavrularına kötü davranmış.

Başka bir araştırmada ise, anne sıçan ile yavrusu arasındaki çok özel etkileşimlerin, bir yenidoğanın genlerini nasıl kimyasal olarak değiştirebildiğini bulmuşlar. Bu kalıtım şekline epigenetik adı verilmiş. Etiketlenmiş gen hala aynı bilgiyi taşımasına rağmen etiketli olduğunda bunu yapması zorlaşıyormuş.  

Yine bu bölümde gebelik, doğum ve emzirme dönemi ile ilgili ilginç bilgiler var. Doğum zamanı yaklaştıkça vajinal mikrobiyota değişiklik gösteriyormuş. Doğal yolla dünyaya gelen bir bebek, annenin vajinal mikrobiyotasına maruz kalarak önemli mikrop kaynakları sağlıyormuş. Annenin mikropları, yenidoğan bebeklere anne sütündeki süt şekerlerini ve özel karbonhidratları sindirebilme yeteneği kazandırıyormuş. Sezaryenle doğan bebeklerin bağırsakları, ebelerden, doktorlardan ve doğumhaneden aldıkları mikroplarla kolonize oluyormuş ve önemli ve faydalı bakterilerin yerleşmesi daha uzun sürüyormuş. 

Kitap, anne sütünün öneminden de bahsediyor. Anne sütü ile beslenen bebeklerin neden daha az hastalandıklarını uzun uzun anlatıyor. Ayrıca, uzun süre emzirilen bebeklerin beyinlerinin daha büyük olduğunu ve buna bağlı olarak bilişsel gelişimlerinin arttığını söylüyor. Araştırmalar anne sütü alan bebeklerin duygusal ve sosyal gelişimlerinin de arttığını göstermiş.

Yazar, kitabın 'beslenme düzeni' ile ilgili bölümünde akdeniz tarzı beslenme şeklini öneriyor. 'Sistem düzgün işlediğinde, hipotalamus fiziksel aktivitenize, sıcaklığa ve metobolizmanızı etkileyen diğer etmenlere göre vücudunuzun o gün içinde kaç kaloriye gerek duyduğunu kesin bir şekilde hesaplayabilir.' Hayvan deneyleri, bu sistemin düzenli olarak yağlı beslenme ile bozulduğunu göstermiş.
'Düşük dereceli inflamasyon iştah mekanizmamızı bozuyor ve beynimiz ile bağırsaklarımızı olumsuz yönde etkiliyorsa, stres altındayken niçin sağlıksız, yağlı yiyeceklere karşı şiddetli arzu duyarız. Trafikte takılıp kaldığımızda veya bir işi vaktinde yetiştirmek için cebelleşirken, neden elimize bir havuç ya da elma alıp bunları kemirmeyiz.'
Yine sıçanlarla yapılan deneylerde, stresli sıçanlar yağ oranı yüksek yiyecekler yediklerinde, kaygı ve depresyonda azalma görülmüş. insan deneylerinde de yağ asitlerinin duygu durumunu pozitif yönde etkilediği görülmüş. 

'Yiyecek kaynaklarının sınırlı, yiyecek bulmanın güç olduğu ve insanların çok uzun süre var olma mücadelesi verdikleri bir dünyada milyonlarca yıllık evrim süreci, ödül ve iştah arasındaki bu ayrıntılı ve karmaşık ilişkiyi en uygun hale getirmeyi başarmıştır. Damağımıza uygun yiyeceklere kolayca ulaşabildiğimiz ve fiziksel aktivitenin çarpıcı bir şekilde azaldığı endüstriyelleşmiş modern toplumumuzda, ödül sistemimizin yiyecek alımı için bizi motive etmesi günlük kalori gereksinimizi hesaplayan kontrol sistemini kolayca alt edebilir.'
Son olarak yazarın, 'zindelik ve ideal sağlığa giden basit yol' isimli son bölümündeki önerileri şu şekilde:
  • Doğal olarak mayalanmış gıdaları ve probiyotikleri düzenli olarak tüketerek bağırsaklardaki mikrop düzeyini en yüksek seviyeye çıkarmayı hedefleyin. 
  • Daha az hayvansal yağ tüketin.
  • Mümkün olduğunca topluca tüketilen ve işlenmiş yiyeceklerden kaçının ve organik gıdaları tercih edin (örneğin tatlandırıcı kullanmayın ve tatlandrıcılı yiyecek ve içecekleri tüketmeyin).
  • Öğünlerinizi daha küçük porsiyonlar halinde yiyin.
  • Doğum öncesi (prenatal) beslenmeyi önemseyin.
  • Stresi azaltarak farkındalığı uygulayın.
  • Stres altındayken, öfkeliyken veya üzgün olduğunuzda yemek yememeye çalışın.
  • Yemek yemenin gizli zevklerinin ve sosyal yönlerinin keyfini çıkarın (birlikte yemek yemenin keyfine varın).
  • içinizden gelen hislere kulak verme konusunda uzmanlaşın. 
Her ne kadar önerilerin hepsini uygulamak zor olsa da bu önerilere kulak vermek gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta hepsi mantıklı öneriler.

Sultan Hamid Düşerken

  Nahid Sırrı Örik, Türk edebiyatının çok kıymetli ama pek bilinmeyen yazarlarından. Kıskanmak kitabıyla tanımıştım onu, çok da sevmiştim. ...