1 Eylül 2024 Pazar

Buddenbrooklar: Bir Ailenin Çöküşü

 

831 sayfa kitap bir solukta bitti desem bana inanırsınız umarım. Colm Toibin'in Thomas Mann'ın hayat hikayesini anlattığı Sihirbaz kitabını okuduktan sonra Thomas Mann'ı okuma listeme eklemiştim ve ona Nobel Ödülü kazandıran bir şaheser olan Buddenbrooklar kitabından başlamak istedim. Bu tercihimden pişman da olmadım. Kitap, başlığından da anlaşılacağı üzere Almanya'da yaşayan Buddenbrook ailesinin çöküşünü anlatıyor. Thomas Mann bu kitabı yalnızca 25 yaşındayken, 1900 yılında yazmış. Kitap, 1835 yılında ihtiyar Johann Buddenbrook ile açıyor perdesini ve ihtiyar adamın torunun çocuğu Hanno Buddenbrook ile kapatıyor. Kitabın iki ana karakteri bence ihtiyar adamın torunları olan Thomas ve Tony. Bir de onların diğer kardeşi Christian var tabii. Christian ortanca çocuk olarak hayatını dilediği gibi yaşamayı ve türlü şımarıklıklar yapmayı kendinde hak olarak görüyor. Kitabın sonunda onu bu bencil seçimlerinin sonuçları bekliyor. Bence Tony kitabın en sevdiğim karakteri. Kitap, geçtiği ataerkil dönem yerine günümüzde yazılmış olsaydı, şirketin başına büyük erkek çocuk olan Thomas yerine küçük kız çocuk olan Tony geçerdi. Benim fikrime göre Tony, Thomas'ın aldığı eğitimleri alsaydı ve Thomas'a beslenen güven Tony'e verilseydi, ondan çok daha iyi bir iş başarır ve Buddenbrooklar'ın sonu gelmezdi. Tony, ilk evliliğinde bile söz sahibi olmayı başaramıyor, defalarca hayır dediği halde toplum ve aile baskısına yenik düşerek kötü bir evlilik yapıyor. İkinci evliliğine gelirsek, şimdiki gibi kadınların kendi başına var olabileceği bir dünyada yaşasaydı, ikinci evliliği düşünmezdi herhalde. Mann, dönemin ruhunu, zekice yaratılmış karakterler ve olaylarla okuyucuya başarılı bir şekilde aktarıyor, bu kalın kitabın kolayca okunmasını sağlayan da bu olsa gerek. 

İhtiyar Johann Buddenbrook'un oğlu, Thomas'ın babası Jean Buddenbrook kitabın sevdiğim ikinci karakteri. Kızını kötü bir evlilik yapmaya bilinçsiz bir şekilde zorlamış olsa da onu bu kötü evlilikten çekip çıkarmasını da biliyor. Bir kahraman gibi kızının imdadına yetişip, bu adamı seviyorsan borçlarını ödeyerek onu kurtarayım, sevmiyorsan seni ondan kurtarayım gibi bir teklifle geliyor.

Fakat ikinci evliliği biterken Thomas, Tony'nin arkasında ölmüş babası kadar sağlam durmuyor. Bu durumda, evliliğinde aldatılan kadın, kendisini kardeşine şu şekilde açıklamak mecburiyetinde hissediyor: beni aldattığı kadın benden güzel olabilir, ona karşı arzu hissetmiş olabilir ama bu ona beni aldatma, bana saygısızlık yapma ve bana karşı sorumluluklarını unutma hakkını vermez. Kitabın belki de en sevmediğim, ezik ve kişiliksiz bulduğum karakteri olan Thomas'ı bu açıklamalar da ikna etmeyince, Tony bir üst perdeye yükseliyor: "Yaşanan bir olay herkes duyunca mı yüz karası ve rezalet oluyor?" ve el alem ne der diye duyduğu küfürlere katlanamayacağını söylüyor.

Thomas, kardeşi Christian'dan pervasız hayat şekli sebebiyle nefret ediyor ve Thomas'ın sevdiği herhangi bir şeye Christian'ın ilgi duyması durumunda sevdiği şeyden nefret eder hale geliyor. Bana sorarsanız bu tavrının sebebi basit bir kardeş kıskançlığı olarak görünse de aslında Thomas, büyük erkek çocuk olmanın sorumluluğu altında eziliyor. Bence o da Christian gibi pervasız bir hayat yaşama arzusu içinde, bunu genç yaşta yaşadığı gönül macerasından da anlıyoruz, fakat sonunda kendisine para ve prestij getirecek bir evliliği tercih ediyor. 

Thomas kitap boyunca mutluluğu bulamayan bir karakter, belki de mutlu olmayı bilemeyen, elindekilerle mutlu olamayan bir karakter. Bütün miras, şirket, her şey kucağına kolay bir şekilde düşmüş. Onları elde etmek için hiçbir çaba sarf etmemiş pesimist bir karakter olan Tom, kendini şu kelimelerle ifade ediyor çok sevdiği kardeşi Tony'e: "İyi şeyler hep gecikir zaten, hep geç gelir ve geldiği zaman da sevinemezsiniz, bir türlü sevinmek gelmez içinizden..."

Öyle ki, hayattan keyif almasını bilmeyen bu karakter yaşama sevincini de kaybedip yaşamak için bir sebebi kalmayınca, resmen kendi kendini hasta edip öldürüyor. 

"Kişilik!.. Sahip olduğu, sahip olabildiği şey insanın gözünde çok değersiz, küçücük ve can sıkıcı görünür, fakat sahip olamadığı ve ulaşamadığı şeylere özlemle karışık bir kıskançlıkla, nefrete dönüşmesinden korktuğu için sevgiye dönüşen bir kıskançlıkla bakar insan."

Ölümle ilgili düşünceler kafasının içinde dolanıp dururken, Tanrı ve Kıyamet Günü ile ilgili hikayeler aklını kurcalıyor: "Bütün bu anlaşılmaz ve biraz da saçma hikayeyi düşündü kafasında, ama hikaye anlaşılmak istemiyor, yalnızca itaat edilmeyi ve inanılmayı istiyordu..."

Mann, kitabının son karakteri Hanno'nun, kendisi gibi, eş cinsel olduğu hissiyatını yaratıyor. Babasının arzu ettiği gibi biri olamayan annesi gibi naif bir karakter Hanno.

Buraya kadar okuduklarınız ilginizi çektiyse okumanızı tavsiye ederim. İyi okumalar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sultan Hamid Düşerken

  Nahid Sırrı Örik, Türk edebiyatının çok kıymetli ama pek bilinmeyen yazarlarından. Kıskanmak kitabıyla tanımıştım onu, çok da sevmiştim. ...