27 Ocak 2024 Cumartesi

Uygarlığın Ayak İzleri "Batı Resim Sanatında Mitoloji"

Celil Sadık'ın Uygarlığın Ayak İzleri serisinin ilk kitabı olan Rönesans'tan Barok Dönem'e Sanat Dehaları kitabını okuduktan sonra aynı serinin Batı Resim Sanatında Mitoloji kitabını aldım. Hatta Celil hocanın Cermodern'de verdiği seminerlerden birinde ona imzalatma şansını da yakaladım. Bu kitabın başında Ortaçağ, Rönesans, Maniyerist, Barok ve Rokoko dönemlerine kısaca değinildikten sonra mitoloji kısmı anlatılmış. 

Yazarın ilk ele aldığı konu sayısız esere ilham veren "Venüs'ün Doğuşu" olmuş. Biz Venüs'ü aslında daha çok Afrodit olarak biliyoruz. Floransa'ya gittiğimizde Uffizi müzesinin içini gezmeye vaktimiz olmamıştı ne yazık ki. Ama yolumuz bir kere daha düşerse, Sandro Botticelli'nin bu müzedeki "Venüs'ün Doğuşu" eserini mutlaka görmek istiyorum.

Resimdeki Venüs oldukça çekingen görünüyor, saçları ve elleri ile çıplaklığını kapatmaya çalışıyor. Resmin solunda, batı rüzgarının tanrıları Zephryus ve Cloris birbirlerine sarılmış halde, Venüs'ü doğduğu deniz kabuğunun üzerinde Kıbrıs sahillerine doğru üflüyorlar. Kıyıda ise  mevsimleri simgeleyen tanrıça Horai, çiçekli elbisesi ve Venüs'ün çıplaklığını örtecek örtüsü ile onu bekliyor. 

Kitapta birçok sanatçının bu konuyu farklı kompozisyonlarla resmedişinin örnekleri verilmiş. Benim en sevdiğim eser ise Paris Salonu'nda sergilenen Alexandre Cabanel'in "Venüs'ün Doğuşu". Bu tasvirdeki Venüs, sere serpe uzanmış, resmin içinden çapkın bir şekilde bize bakıyor. Botticelli'nin Venüs'ü gibi çekingen değil ve güzel vücudunu sergilemekten çekinmiyor. 
Kırda Öğle Yemeği, Celil Sadık'ın verdiği her konferansta anlatmayı sevdiği eserlerden biri çünkü bu eser modern sanatın başlangıcı olarak kabul ediliyor. Adında mitoloji geçen bir kitapta bile bu esere yer vermiş. Resimle ilgili bilgileri okuduktan sonra bu resmin aslında konu ile biraz alakalı olduğunu anlıyorsunuz çünkü daha önce çıplak figürler yalnızca mitolojik yada özel koleksiyonlar için kullanılırken, ilk defa halka açık bir sergide ve günlük hayat içinde çıplak bir figür sergilenmiş.  Yukarıda resimde gördüğünüz ve daha seksi görünen Cabanel'in Venüs'ü aynı sergide sergilenip ayıplanmazken, Manet'in eseri oldukça tepki çekmiş. Bu resimde Manet'ye, hem model hem de ressam olan Victorine Meurent modellik yapmış. İtalyan rönesans ustası Tiziano'nun 1509 tarihli "Pastoral Konser" adlı eserine bakarsanız, Manet'in bu kompozisyon için nereden esinlendiğini anlayabilirsiniz.
Manet'in, bu sefer Tiziano'nun "Urbino Venüsü" kompozisyonundan esinlenerek yaptığı Olympia, yine aynı yıl Paris Salonu'nda sergilenmiş. Manet'in her iki resminin de gelen tepkiler üzerine sergiden kaldırıldığını ve tekrar talepler üzerine "Reddedilenler Sergisi"nde yeniden sergilenmeye başladığına da değineyim. Resimde kadının ayak ucunda duran kara kedi (görmek için dikkatli bakmak gerekiyor) Avrupa'da fahişelik ile ilişkilendirildiği de kitapta anlatılan küçük bir detay.
Kitaptaki Venüs'ten sonraki başlık, Venüs'ün Ares ile yaşadığı yasak aşk. Bu aşkın yasak olmasının sebebi, bu güzeller güzeli tanrıçanın çirkin bir tanrı olan Hephaistos ile evli olması. Bu konuyu resmeden eserler içinde benim en çok hoşuma giden Diego Velazquez'in "Hephaistos'un Atölyesinde Apollon" adlı eseri. Hephaistos, demircilik yapan bir tanrı ama öyle sıradan bildiğimiz demircilik değil tabii. Achilles'in Truva savaşı sırasında giydiği yenilmez zırhı Hephaistos yapmış mesela. Orjinal hikayede Ares ve Venüs'ü yatakta yakalayan Helios, bu haberi vermeye Hephaistos'un atölyesine gider. Ama Velazquez'in versiyonunda haberi vermeye gelen başında halesi ile resmedilen Apollon'dur. Hephaistos'un yüzündeki şaşkınlık ifadesi müthiş bir şekilde resmedilmiş. 
Celil Sadık'ın iki farklı kitabında Johann Heiss'in "Hephaistos, Aphrodite ve Ares'i Yakalıyor" eserine yer vermiş. Tam iki aşığın yatakta yakalandığı ana odaklanan bu barok eserde, Hephaistos, iki aşığı, Olimpos'un bütün tanrılarını da şahit olarak çağırarak, tabiri caizse kepaze ediyor. 
Celil Sadık'ın yine iki kitabında yer alan başka bir eser ise, Jacobo Tintoretto tarafından yapılan "Ares ve Hephaistos".  Bu resim dikkatlice incelendiğinde ressam tarafından düşünülmüş bir çok ince detay gözümüze çarpıyor. Bu eserde Ares'i bulmak için gözümüzü biraz eserde gezdirmemiz gerekiyor. Sonunda onu, yandaki koltuk gibi şeyin altında saklanırken buluyoruz. Hephaistos ise sanki Afrodit'in beyaz örtüsünün altında Ares'i arıyor gibi görünüyor. Pencerenin kenarında Eros beşik gibi bir şeyin içerisinde yatarken resmedilmiş. Duvardaki ayna detayı ise resme ayrı bir derinlik katıyor.
Kitapta anlatılan etkileyici eserlerden biri de Rubens tarafından yapılan "Satürn Oğlunu Yerken". Satürn'ün diğer adı Kronos yani zaman baba. Kronos aynı zamanda hepimizin bildiği Zeus'un babası. Kronos, çocuklarından birinin kendisini alt ederek Tanrı'ların kralı olacağından korkar. Bu sebeple, bütün çocuklarını doğar doğmaz yutar. 
Bu hikayenin ana fikri "zaman her şeyi yutar". Rubens de bu barok eserde bize Kronos'un çocuklarından birini yediği anı resmetmiş. Zaman baba yaşlı bir erkek figürü olarak resmedilmiş. Bu eserin çok benzeri Goya tarafından resmedilmiş. Ama onun versiyonu oldukça vahşi ve korkunç görünüyor. 
Kitapta Zeus ve Danae konusu da ele alınmış. Zeus'un çok çapkın olduğu ve kadınları cebren ve hile ile elde ettiği herkesin bildiği bir gerçek. Danae de o kadınlardan biri. Danae'nin babası olan kral Argos, bir gün bir kehanet duyar, bu kehanete göre kızı Danae'den doğacak çocuk onu öldürüp tahta çıkacaktır. Kehanetin gerçekleşmesinden korkan kral, kızını bir kuleye kapatır. Fakat bu kule, kıza göz koyan Zeus'a tabii ki engel olamaz. Zeus kuleye altın yağmuru olarak girer. Bu birliktelikten doğan Perseus ise kehaneti istemeden de olsa gerçekleştirir. Kitapta bu konuya geldiğim zaman Sadık'ın anlattığı eserler arasında Klimt'in Danae'sini görememek beni hayal kırıklığına uğrattı. Bana kalırsa bu konu ile ilgili yapılmış en güzel eser bu. Kitabı okumayı bitirmeye çok az kalmıştı ki, Sadık'ın son bir iki sayfayı konulardan bağımsız olarak Klimt'e ayırdığını fark ettim. Bu kısımda yer verilen eserlerden biri de Danae idi. Sadık, bu esere ayrıca Krallar ve Tanrılar kitabında da yer vermiş. Klimt'in eserlerinde beni en çok etkileyen şey, karakterlerinin hislerini esere bakan kişiye çok başarılı bir şekilde geçirmesi. "Geçirmesi" kelimesini kullanıyorum çünkü onun eserlerine baktığımda, resimdeki kişinin duygularını ben de kendi içimde yaşıyorum. Bu eserinde, Danae, bacaklarını yukarıdan gelen altın yağmuruna açmış. Yüzünde erotik bir şekilde mest olmuş ifadesi var. Bir eli göğsü ile yüzü arasında dururken, diğer eli bacaklarının arasına uzanıyor. 
Sadık'ın iki kitabında da yer alan başka bir eser Rembrant tarafından yapılan "Ganymedes'in Kaçırılması". Çapkın Zeus, o kadar sınır tanımamış ki gözü sadece kadınlara değil, oğlanlara da takılmış. Rembrant'ın eserinde, Ganymedes, bir bebek olarak resmedilmiş, hikayeye göre ise yakışıklı bir genç delikanlı. Zeus, Olimpos dağından büyük bir kartal olarak süzülür ve genç çobanı Olympos dağına kaçırır. Işık-gölge kontrastının çok başarılı bir şekilde yakalandığı bu eser muhteşem bir barok dönem örneği. 
Caravaggio, Celil Sadık'ın favori ressamlarından biri. Bu sebeple de, Sanat Dehaları kitabında yer verdiği 4 ressamdan biri. "Vaftizci Yahya'nın Başının Kesilmesi" eserine o kitabında da yer vermiş ve detaylıca anlatmıştı. Caravaggio bu resmi Malta'da tapınak şövalyelerine katılmak için yapmış, çünkü Vaftizci Yahya, onların koruyucu aziziymiş. Caravaggio, şövalye ilan edildikten sonra bütün kötü alışkanlıklarını bırakmak zorunda kalmış. "Uyuyan Eros" eserini de bu dönemde bir sipariş üzerine resmetmiş. Ama tabii ki bu tarz bir hayatı devam ettirmekte zorlanarak tutuştuğu bir kavga sonucu tapınak şövalyelerinden atılmış. Hayat hikayesinin devamını Celil Sadık'ın Sanat Dehaları kitabında okuyabilirsiniz.

Sonuç olarak, bir sanatsever için oldukça doyurucu bilgilerle dolu, zevkle okunan bir kitap. Keyifli okumalar. 


 





   

Sultan Hamid Düşerken

  Nahid Sırrı Örik, Türk edebiyatının çok kıymetli ama pek bilinmeyen yazarlarından. Kıskanmak kitabıyla tanımıştım onu, çok da sevmiştim. ...