9 Mart 2025 Pazar

Mars'ta bir Antropolog

 

Oliver Sacks'ın bu kitabı, birbirinden farklı 7 kişi hakkında yazılmış. Bunlardan ilki sonradan renk körü olan bir ressam. Renk körü olmak başlarda meslek hayatını etkilese de zamanla hayatındaki bu değişiklikle yaşamaya alışmış biri. İkinci hikaye, Sacks'ın Son Hippie olarak adlandırdığı Greg hakkında. 1950'lerde Amerika'da doğup, 1967'deki Aşk Yazı'nda genç olan Greg tam bir hippie. Aradığı huzuru Aşram'da bulan Greg, bir süre sonra "aydınlanma" geçirmeye başlamış. Hikaye buradan sonra trajikomikleşmeye başlıyor. Aslında Greg'in beyninde bir tümör var ve zamanla büyümeye başlıyor. Krişnacılar, Greg'teki bu belirtileri aydınlanma olarak yorumluyorlar. Dört yıl boyunca ailesi ile iletişimi kesilen Greg'in ailesi onu görmeyi başardığında dehşete düşüyor çünkü karşılarında sağlıklı bıraktıkları oğulları yerine şapşal ve kör bir adam buluyorlar. Ailesi onu hemen doktora götürüyor ve tümör tespit ediliyor fakat zaman Greg'in aleyhine işlemiş. Doktorlar tümörü almayı başarsa da Greg'in semptomları hayatının sonuna kadar devam ediyor. Sacks onun hakkında şöyle diyor: "Ön loblarımızın zaman zaman tatile gereksinimi olduğu kesindir - ama Greg gibi, hastalık sonucu tatile çıkıp geri dönemeyenlerin durumu gerçek bir trajedidir."

Üçüncü hikaye, Tourette sendromlu bir cerrahı anlatıyor. Bu hikayeyi kesin okumanızı tavsiye ederim gerçekten çok ilginç. Dördüncü hikaye çocukluğundan beri kör olan bir adamla ilgili. Bu adam nişanlısının da ısrarlarıyla ameliyat olup görmeye başlıyor. Asıl hikaye de burada başlıyor. Türk filmlerindeki gibi "görüyorum, görüyorum" diye bağırmıyor, çünkü gördüklerini anlamlandırmakta zorlanıyor. Yıllarca nesneleri elleriyle tanımlamış bu kişi, bir üçgen gördüğünde onun üçgen olduğunu anlamıyor. Peki hikayenin sonunda ne mi oluyor? Virgil, görmeye alışamıyor ve günden güne sağlığı bozulup tekrar kör bir insan oluyor. 

Beşinci hikaye bana o kadar da ilgi çekici gelmedi. Bu, rüyalarında sürekli çocukluğunu geçirdiği İtalyan köyünü gören ve orayı yıllardır görmediği halde tüm detayları ve gerçekliği ile resmeden bir ressam hakkında. 

Bir savan olan harika çocuk Stephen Wiltshire hakkındaki altıncı hikaye de o kadar ilgi çekici değildi. Sacks'ın bu hikayede cevabını aradığı soru: "'Benlik' duygusuna sahip olmayan bir kişi sanatçı olabilir miydi?"

Ve son hikaye kitaba ismini veren, kendini Mars'ta bir Antropolog gibi hisseden otistik Temple Grandin. Temple'in hikayesini daha önce biyografisinin anlatıldığı filmde izlemiştim. Sacks'ın hikayesi de filmle paraleldi. Gerçekten ibreklik bir hikaye. Bu kitap çok eski olduğundan, Sacks bu hikayeyi tabii ki filmden önce yazmış ve bir anlamda Temple'ın tanınmasına katkıda bulunmuş. İzlemediyseniz Temple Grandin'in filmini izlemenizi öneririm. Temple rolündeki Claire Danes gerçekten çok iyi bir iş başarmış ve Altın Küre ödülü almış. 

Sonuç olarak, bu tarz hikayeleri okumayı seviyorsanız tavsiye ederim. İyi okumalar...


Bir Kadının Portresi

  Bir Kadının Portresi, başlarda çok söz söyleyen ama hiçbir şey anlatmayan bir kitap gibi geldi bana. Ama sonradan olaylar ilerledikçe oldu...