
Ses ve Öfke çok ilginç bir roman. 1929 yılında yayınlanmış bu kitabın yazarı Nobel ödüllü William Faulkner. Kitabı, online yaratıcı yazarlık eğitimi aldığım Murat Gülsoy'un önerisi üzerine okudum. Bilinç akışı tekniğinin çok başarılı bir örneği, ki bu tekniği hem okumak hem de yazmak oldukça zor. Kitap, dört farklı kişinin ağzında yazılmış. Anlatılanlar da aynı zaman diliminde geçmiyor. Okumaya başladığımda sanki buğulu bir resim görür gibiydim. Yani hikayenin tamamını aynı anda görüyorsunuz çünkü bir paragraf bir zaman diliminde geçerken bir sonraki paragraf başka bir zaman dilimine atlayabiliyor, sonraki paragraf ise yine bir önceki zaman dilimine dönüyor. Yazar, ilk başta okuyucunun bu atlamaları anlamayacağını düşünerek, yayımcısına aynı zaman diliminde geçen cümleleri aynı renkte basmayı önermiş fakat bu önerisi reddedilmiş. Onun yerine zaman değiştiğinde sizi italik karakterler karşılıyor. Bu kitap köklü bir ailenin dağılma hikayesi. İlk bölüm, ailenin zihinsel engelli oğlu Benji tarafından anlatılıyor. İlk başlarda okumakta zorlansam da alıştıktan ve kitabı bitirdikten sonra en keyif aldığım bölümün Benji'ninki olduğunu düşündüm. Diğer bölümleri okudukça Benji'nin anlattığı resim gitgide daha net bir hale geliyor. Luster'ın tiyatro bileti için çeyrekliğini arayışı okuyucuyu baya oyalıyor ama kitabın üçüncü bölümünde tiyatronun önemi ortaya çıkıyor. İkinci bölüme geçince depresif bir havayla karşılaşıyorsunuz çünkü anlaşılıyor ki ailenin bir diğer oğlu olan Quentin'in kız kardeşi Candace ile ensest bir ilişkisi var. Halbuki Quentin en gözde oğul, onun Harvard'da okuması için aile bir tarla satılmış ve şuanda o tarlada bir golf sahası var. Luster'ın bulduğu golf topu da burada yine hikayeye bağlanıyor. Quentin'in anlattığı hikaye diğerlerine göre 18 yıl öncesinde geçiyor. Sonraki bölümde, bir diğer oğul olan çakal Jason'ın anlattığı pasajlarda bunun sebebini anlıyorsunuz. Burada bir Quentin daha çıkıyor karşınıza ama bu sefer genç bir kız. Bu kim diye düşünüp kafanız karışırken sonradan anlıyorsunuz kim olduğunu. Son bölüm ise daha anlaşılır çünkü bütün hikayeye hakim bir anlatıcı tarafından okuyucuya aktarılıyor.
Bütün bu metinde en çok ilgimi çeken pasaj şurası ki bence çağına göre çok ileride bir metin olduğunu da burada ortaya koyuyor: "Kızoğlankızlığı kadınlar değil erkekler yaratmışlardır demişti. Babam kızoğlankızlık ölüm gibidir demişti: yalnızca başkalarının içine sokulduğu bir durum ve ben demiştim ama inanmanın önemi yok ve o demişti ki İşte herhangi bir olayda da insanı üzen bu ya: yalnız kızoğlankızlık değil ki ve ben demiştim ki Niye kızoğlankızlığı bozulan ben olmuyorum da o oluyor ve babam demişti Bu yüzden bu kadar üzücü ya bu olay; hiçbir şey onu değiştirmeye değmez bile, ve Shreve, pis kadınların peşinden koşmayacak kadar akıllı olduktan sonra ve ben kızkardeşin var mıydı senin? diyorum, var mıydı?"
Okuması biraz zor ama bulmaca çözer gibi keyifli denebilir. Bu tarz kitapları severseniz okuyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder