7 Haziran 2025 Cumartesi

Bir Kadının Portresi

 

Bir Kadının Portresi, başlarda çok söz söyleyen ama hiçbir şey anlatmayan bir kitap gibi geldi bana. Ama sonradan olaylar ilerledikçe oldukça sürükleyici bir hale büründü. Daha sonra bu kitabın başrollerinde Nicole Kidman ve John Malcovich'in olduğu bir filminin çevrildiğini hayal meyal hatırladım. 19.yy'ın sonlarında Amerika'daki kültürel yeniliklerin Avrupalıların yaşamı üzerindeki etkisini sorgulayan kitabın ana karakteri Isabel Archer. Özgürlüğüne düşkün, eski dünyanın kurallarını çok umursamayan bir kadın. Farklı bir dünyadan geldiği için çevresindeki Avrupa'lı erkekleri büyüleyen ve onları kendisine çeken bir kadın. Ama Amerika'da da hayranları var tabii ki, onun için birden fazla kez transatlantiği geçen bir talibi var. Peki bu kadın gerçekten özgür mü? Verdiği kararlar ne kadar çevresi tarafından biçimlendiriliyor? Yazar, karakterinin ne yapabileceğini görmek için ona yüklü bir miktarda para da bahşediyor. Peki bu para onu mutlu edecek mi? Yoksa başına bela mı açacak? Soruların cevabını merak ettiyseniz, bu kitabı okuyabilirsiniz. Unutmadan söyleyeyim, yazar kitabı açık uçlu bitirmiş. Sorularınızın cevabını alsanız da Isabel'in sonunda neyi seçeceği yine sizin hayal gücünüze kalmış. 

1 Haziran 2025 Pazar

Ses ve Öfke

Ses ve Öfke çok ilginç bir roman. 1929 yılında yayınlanmış bu kitabın yazarı Nobel ödüllü William Faulkner. Kitabı, online yaratıcı yazarlık eğitimi aldığım Murat Gülsoy'un önerisi üzerine okudum. Bilinç akışı tekniğinin çok başarılı bir örneği, ki bu tekniği hem okumak hem de yazmak oldukça zor. Kitap, dört farklı kişinin ağzında yazılmış. Anlatılanlar da aynı zaman diliminde geçmiyor. Okumaya başladığımda sanki buğulu bir resim görür gibiydim. Yani hikayenin tamamını aynı anda görüyorsunuz çünkü bir paragraf bir zaman diliminde geçerken bir sonraki paragraf başka bir zaman dilimine atlayabiliyor, sonraki paragraf ise yine bir önceki zaman dilimine dönüyor. Yazar, ilk başta okuyucunun bu atlamaları anlamayacağını düşünerek, yayımcısına aynı zaman diliminde geçen cümleleri aynı renkte basmayı önermiş fakat bu önerisi reddedilmiş. Onun yerine zaman değiştiğinde sizi italik karakterler karşılıyor. Bu kitap köklü bir ailenin dağılma hikayesi. İlk bölüm, ailenin zihinsel engelli oğlu Benji tarafından anlatılıyor. İlk başlarda okumakta zorlansam da alıştıktan ve kitabı bitirdikten sonra en keyif aldığım bölümün Benji'ninki olduğunu düşündüm. Diğer bölümleri okudukça Benji'nin anlattığı resim gitgide daha net bir hale geliyor. Luster'ın tiyatro bileti için çeyrekliğini arayışı okuyucuyu baya oyalıyor ama kitabın üçüncü bölümünde tiyatronun önemi ortaya çıkıyor. İkinci bölüme geçince depresif bir havayla karşılaşıyorsunuz çünkü anlaşılıyor ki ailenin bir diğer oğlu olan Quentin'in kız kardeşi Candace ile ensest bir ilişkisi var. Halbuki Quentin en gözde oğul, onun Harvard'da okuması için aile bir tarla satılmış ve şuanda o tarlada bir golf sahası var. Luster'ın bulduğu golf topu da burada yine hikayeye bağlanıyor. Quentin'in anlattığı hikaye diğerlerine göre 18 yıl öncesinde geçiyor. Sonraki bölümde, bir diğer oğul olan çakal Jason'ın anlattığı pasajlarda bunun sebebini anlıyorsunuz. Burada bir Quentin daha çıkıyor karşınıza ama bu sefer genç bir kız. Bu kim diye düşünüp kafanız karışırken sonradan anlıyorsunuz kim olduğunu. Son bölüm ise daha anlaşılır çünkü bütün hikayeye hakim bir anlatıcı tarafından okuyucuya aktarılıyor. 

Bütün bu metinde en çok ilgimi çeken pasaj şurası ki bence çağına göre çok ileride bir metin olduğunu da burada ortaya koyuyor: "Kızoğlankızlığı kadınlar değil erkekler yaratmışlardır demişti. Babam kızoğlankızlık ölüm gibidir demişti: yalnızca başkalarının içine sokulduğu bir durum ve ben demiştim ama inanmanın önemi yok ve o demişti ki İşte herhangi bir olayda da insanı üzen bu ya: yalnız kızoğlankızlık değil ki ve ben demiştim ki Niye kızoğlankızlığı bozulan ben olmuyorum da o oluyor ve babam demişti Bu yüzden bu kadar üzücü ya bu olay; hiçbir şey onu değiştirmeye değmez bile, ve Shreve, pis kadınların peşinden koşmayacak kadar akıllı olduktan sonra ve ben kızkardeşin var mıydı senin? diyorum, var mıydı?"

Okuması biraz zor ama bulmaca çözer gibi keyifli denebilir. Bu tarz kitapları severseniz okuyabilirsiniz.

 

9 Mart 2025 Pazar

Mars'ta bir Antropolog

 

Oliver Sacks'ın bu kitabı, birbirinden farklı 7 kişi hakkında yazılmış. Bunlardan ilki sonradan renk körü olan bir ressam. Renk körü olmak başlarda meslek hayatını etkilese de zamanla hayatındaki bu değişiklikle yaşamaya alışmış biri. İkinci hikaye, Sacks'ın Son Hippie olarak adlandırdığı Greg hakkında. 1950'lerde Amerika'da doğup, 1967'deki Aşk Yazı'nda genç olan Greg tam bir hippie. Aradığı huzuru Aşram'da bulan Greg, bir süre sonra "aydınlanma" geçirmeye başlamış. Hikaye buradan sonra trajikomikleşmeye başlıyor. Aslında Greg'in beyninde bir tümör var ve zamanla büyümeye başlıyor. Krişnacılar, Greg'teki bu belirtileri aydınlanma olarak yorumluyorlar. Dört yıl boyunca ailesi ile iletişimi kesilen Greg'in ailesi onu görmeyi başardığında dehşete düşüyor çünkü karşılarında sağlıklı bıraktıkları oğulları yerine şapşal ve kör bir adam buluyorlar. Ailesi onu hemen doktora götürüyor ve tümör tespit ediliyor fakat zaman Greg'in aleyhine işlemiş. Doktorlar tümörü almayı başarsa da Greg'in semptomları hayatının sonuna kadar devam ediyor. Sacks onun hakkında şöyle diyor: "Ön loblarımızın zaman zaman tatile gereksinimi olduğu kesindir - ama Greg gibi, hastalık sonucu tatile çıkıp geri dönemeyenlerin durumu gerçek bir trajedidir."

Üçüncü hikaye, Tourette sendromlu bir cerrahı anlatıyor. Bu hikayeyi kesin okumanızı tavsiye ederim gerçekten çok ilginç. Dördüncü hikaye çocukluğundan beri kör olan bir adamla ilgili. Bu adam nişanlısının da ısrarlarıyla ameliyat olup görmeye başlıyor. Asıl hikaye de burada başlıyor. Türk filmlerindeki gibi "görüyorum, görüyorum" diye bağırmıyor, çünkü gördüklerini anlamlandırmakta zorlanıyor. Yıllarca nesneleri elleriyle tanımlamış bu kişi, bir üçgen gördüğünde onun üçgen olduğunu anlamıyor. Peki hikayenin sonunda ne mi oluyor? Virgil, görmeye alışamıyor ve günden güne sağlığı bozulup tekrar kör bir insan oluyor. 

Beşinci hikaye bana o kadar da ilgi çekici gelmedi. Bu, rüyalarında sürekli çocukluğunu geçirdiği İtalyan köyünü gören ve orayı yıllardır görmediği halde tüm detayları ve gerçekliği ile resmeden bir ressam hakkında. 

Bir savan olan harika çocuk Stephen Wiltshire hakkındaki altıncı hikaye de o kadar ilgi çekici değildi. Sacks'ın bu hikayede cevabını aradığı soru: "'Benlik' duygusuna sahip olmayan bir kişi sanatçı olabilir miydi?"

Ve son hikaye kitaba ismini veren, kendini Mars'ta bir Antropolog gibi hisseden otistik Temple Grandin. Temple'in hikayesini daha önce biyografisinin anlatıldığı filmde izlemiştim. Sacks'ın hikayesi de filmle paraleldi. Gerçekten ibreklik bir hikaye. Bu kitap çok eski olduğundan, Sacks bu hikayeyi tabii ki filmden önce yazmış ve bir anlamda Temple'ın tanınmasına katkıda bulunmuş. İzlemediyseniz Temple Grandin'in filmini izlemenizi öneririm. Temple rolündeki Claire Danes gerçekten çok iyi bir iş başarmış ve Altın Küre ödülü almış. 

Sonuç olarak, bu tarz hikayeleri okumayı seviyorsanız tavsiye ederim. İyi okumalar...


26 Ocak 2025 Pazar

1.Tekil

 

Kitabın başında şöyle diyor: "Bu hikayedeki tüm karakterler ve olaylar tamamen hayal ürünüdür. Gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur." Ama kitabı okumaya başladıktan sonra insan, gerçeklerden o kadar da uzak olmadığı hissine kapılmadan edemiyor. Bu roman, birinci ağızdan anlatılan bir kalp kırıklığı hikayesi. Tamamen modern, açık görüşlü olarak tanımlayabileceğimiz bir kadının hikayesi ama ilişkisini kaybetmek korkusuyla, kendisini saklayan, olmadığı bir insana dönüşmeye, giderek muhafazakarlaşmaya başlayan bir kadın. Öyle ki Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden birinde, dereceyle girilen bir bölümü bitirip, iyi bir şirkette çalışmasına rağmen, işinden memnun olmadığı için evlenmeyi düşündüğü sevgilisine, evlenince evimin hanımı olurum diyen bir kadın. Halbuki ev hanımı olan annesinin babası karşısındaki çaresizliğini yıllarca gözlemlemiş bir kadın. Bir yandan da nedensizce terk edildiğinde balık kılçığı yöntemiyle neden terk edildiğini anlamaya çalışan bir kadın. Karşı tarafta ise, ailesinin beklentileri ile kendi istekleri arasına sıkışmış, zayıf karakterli, iradesiz bir adam. Ama kalbe söz geçirmek zor tabii. 

Akıcı, sizi karakterin iç dünyasına çeken ve okuduktan sonra üzerine düşünmeye devam edeceğiniz bir kitap. 

"Bazı kararlar mantığınız size tam tersini söylese de içgüdüyle alınmalıdır." 

29 Aralık 2024 Pazar

En Çok Beni Sev

 

Bridgerton'un ikinci sezonunun çekildiği kitap; "En Çok Beni Sev". Aslında tam bir düşmandan sevgiliye dönüş hikayesi. İngilizce'den birebir çevirince böyle oluyor ama bence daha Türkçe'si, büyük aşklar kavgayla başlar. Bu sefer Bridgerton'ların en büyük oğlu Antony'nin hikayesi ile karşı karşıyayız. Kadınları evlenecek ve eğlenecek olarak ayıran Antony, yeterince eğlendikten sonra evlenmeye karar verince macera başlıyor. Gözüne kestirdiği adayı fethetmesi için önce, ablasının gözüne girmesi gerekiyor. Doğruyu söylemek gerekirse, Duke and I, kitabı daha güzel ve daha Austenvari idi. İlk kitabını okumaktan daha çok keyif almıştım ama bu kitap da hızlıca okunuyor ve tabii ki yine kitabı filmden daha çok sevdim. 

17 Kasım 2024 Pazar

Beşpeşe

 

5 yazar peşpeşe bir roman yazarsa nasıl olur? Cevabını merak ediyorsanız Beşpeşe'yi okuyabilirsiniz. Ama bence güzel olmamış, zaten 2004 yılında yani yirmi sene önce basılan bu kitap ilk basımda kalmış. Bana sorarsanız Murthan Mungan potansiyeli olan bir hikaye ile başlamış. Karakterler, olay örgüsü vs. gayet ilgi çekiciydi. Ucunu da olasılıklara açık bir şekilde bırakmış. Fakat Faruk Ulay, Murathan Mungan'ın bıraktığı yerden alıp hikayeyi ve karakterleri çok alakasız bir yere taşımış. Dil biranda değişiyor ve bambaşka bir kitaba dönüyor. Karakterlerin yarı yolda değişmesi okuyucuda gerçeklik hissini yitirmesine neden oluyor. Faruk Ulay'dan romanı devralan Elif Şafak toparlamaya çalışsa da yeterli olmamış. Celil Oker de olay örgüsünü iyice bambaşka yerlere taşımış ve hikaye başladığı yerden başka yerlere savrulmuş. Pınar Kür ise sayfalarca okumaya katlandığınız bu romanı anlamsız bir şekilde bitirmiş. 4 yazarın üçüncü tekil kişi ağzından yazdığı bu romanı ana karakteri anlamsız bir yere taşıyarak birinci tekil kişi ağzından bitirmiş. Neyse, bir daha böyle bir deneme okumam herhalde, daha ilginç bir hikaye çıkabilirdi bence. Bende hayal kırıklığı yarattı...

28 Eylül 2024 Cumartesi

Sultan Hamid Düşerken

 

Nahid Sırrı Örik, Türk edebiyatının çok kıymetli ama pek bilinmeyen yazarlarından. Kıskanmak kitabıyla tanımıştım onu, çok da sevmiştim. Okunacak kitaplar listem o kadar kabarık ki 3 sene sonra ancak sıra gelmiş bir sonraki kitabına. Hayal meyal hatırlıyorum, ortaokuldaydım belki de bu kitabın tiyatrosuna götürmüştü annem beni. Ama yazarın kurduğu dünyanın inceliklerini anlamak için fazla küçüktüm belki de. Kıskanmak kitabında olduğu gibi kitabın ana karakteri yine bir kadın. Yazarın kadınların bakış açısını çok başarılı bir şekilde kitaplarına aktardığını düşünüyorum. Yazarla ilgili araştırma yaptığımda efemine olduğuna dair şeyler okudum, belki de bununla alakası vardır. Bu kitabın ana karakteri de yine bir anti-kahraman. Kitabın içindeki bazı olaylar ve kişiler gerçek tarihten alınmış. Nimet ve Şefik ise yazarın kurmaca karakterleri. Nimet çok zeki, tutkulu, açgözlü ve çıkarlarına göre hareket eden bir kadın. Siyasi gidişat içinde nişanlısı gözden düşünce, ona karşı fiziksel bir çekim hissetmesine rağmen adamın gözünün yaşına bakmadan nişanı atan bir kadın: "Bu ete geçmediği gibi kalbi de pek fethetmemiş, zekaya ise hiç heyecan vermemiş, hemen hep gözlerin hazzı şeklinde kalmış bir aşkın matemi idi."

Özellikle erkeklerin yazdığı romanlarda kadınlar hep cinsellik konusunda isteksiz resmediliyor. Halbuki bu konuda kadınların da erkeklerden bir farkı olduğunu düşünmüyorum. Zira, Nimet kitapta köşkteki yardımcının oğlunu arzularken resmediliyor. 

Nimet, siyasi rüzgara uyup ailesine denk olmasa da geleceği parlak görünen Şefik ile evlenmeye razı oluyor ve şu gerçeği de unutmuyor: "Osmanlı İmparatorluğu'nda kati hudutlarla ayrılmış bir asalet alemi mevcut değildi."

Kitapta Nimet karakteri muazzam resmedilmiş fakat Şefik hakkında aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Cemiyette söz sahibi olacak kadar yükselmiş bir adam nasıl bir kadın uğruna ideallerinden vazgeçebilir? Dönemin idealist subaylarını düşündüğümüzde bu karakter bana çok gerçekçi görünmedi: "Etini isteyerek kendisine eti için bağlandığı kadının kaç zamandır zeka ve iradesine esir, onun ağzından çıkacak sözü, hükmü bekliyordu."

Sultan Hamid Düşerken, bence okunması gereken bir Türk Edebiyatı klasiklerinden. İyi okumalar...


Bir Kadının Portresi

  Bir Kadının Portresi, başlarda çok söz söyleyen ama hiçbir şey anlatmayan bir kitap gibi geldi bana. Ama sonradan olaylar ilerledikçe oldu...