28 Eylül 2024 Cumartesi

Sultan Hamid Düşerken

 

Nahid Sırrı Örik, Türk edebiyatının çok kıymetli ama pek bilinmeyen yazarlarından. Kıskanmak kitabıyla tanımıştım onu, çok da sevmiştim. Okunacak kitaplar listem o kadar kabarık ki 3 sene sonra ancak sıra gelmiş bir sonraki kitabına. Hayal meyal hatırlıyorum, ortaokuldaydım belki de bu kitabın tiyatrosuna götürmüştü annem beni. Ama yazarın kurduğu dünyanın inceliklerini anlamak için fazla küçüktüm belki de. Kıskanmak kitabında olduğu gibi kitabın ana karakteri yine bir kadın. Yazarın kadınların bakış açısını çok başarılı bir şekilde kitaplarına aktardığını düşünüyorum. Yazarla ilgili araştırma yaptığımda efemine olduğuna dair şeyler okudum, belki de bununla alakası vardır. Bu kitabın ana karakteri de yine bir anti-kahraman. Kitabın içindeki bazı olaylar ve kişiler gerçek tarihten alınmış. Nimet ve Şefik ise yazarın kurmaca karakterleri. Nimet çok zeki, tutkulu, açgözlü ve çıkarlarına göre hareket eden bir kadın. Siyasi gidişat içinde nişanlısı gözden düşünce, ona karşı fiziksel bir çekim hissetmesine rağmen adamın gözünün yaşına bakmadan nişanı atan bir kadın: "Bu ete geçmediği gibi kalbi de pek fethetmemiş, zekaya ise hiç heyecan vermemiş, hemen hep gözlerin hazzı şeklinde kalmış bir aşkın matemi idi."

Özellikle erkeklerin yazdığı romanlarda kadınlar hep cinsellik konusunda isteksiz resmediliyor. Halbuki bu konuda kadınların da erkeklerden bir farkı olduğunu düşünmüyorum. Zira, Nimet kitapta köşkteki yardımcının oğlunu arzularken resmediliyor. 

Nimet, siyasi rüzgara uyup ailesine denk olmasa da geleceği parlak görünen Şefik ile evlenmeye razı oluyor ve şu gerçeği de unutmuyor: "Osmanlı İmparatorluğu'nda kati hudutlarla ayrılmış bir asalet alemi mevcut değildi."

Kitapta Nimet karakteri muazzam resmedilmiş fakat Şefik hakkında aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Cemiyette söz sahibi olacak kadar yükselmiş bir adam nasıl bir kadın uğruna ideallerinden vazgeçebilir? Dönemin idealist subaylarını düşündüğümüzde bu karakter bana çok gerçekçi görünmedi: "Etini isteyerek kendisine eti için bağlandığı kadının kaç zamandır zeka ve iradesine esir, onun ağzından çıkacak sözü, hükmü bekliyordu."

Sultan Hamid Düşerken, bence okunması gereken bir Türk Edebiyatı klasiklerinden. İyi okumalar...


21 Eylül 2024 Cumartesi

Yüreğe Söz Geçmiyor

İngilizcesi "Duke and I" olan, "Yüreğe Söz Geçmiyor" şeklinde saçma bir şekilde Türkçe'ye çevrilen Julia Quinn'in bu kitabı aslında Netflix'teki Bridgerton dizisinin ilk sezonu. Kitabın ilk basım tarihi 2000, yani dizileştirilmek için yirmi beklemiş. Diziyi sevmiştim ama kitabı diziden daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Bridgerton dizisinde olayları fazla modernize etmişler, zenci bir kraliçe, etraf zenci kaynıyor. Güya kraliçe koyu tenli olduğundan koyu tenli olan zenginlere de soyluluk unvanı verilmiş vs. Kitaptakilerin bununla uzaktan yakından bir alakası yok, daha çok Jane Austen kitaplarını andırıyor. Bridgerton'ların 4.çocuğu olan Dafne ve dük arasındaki sahte ilişkinin nasıl gerçek bir aşk hikayesine dönüştüğüne odaklanıyor. Dizideki gereksiz yan karakterler ve hikayeler yok. Hatta Lady Whistledown'a bile çok az yer verilmiş. Her bölümün başında kısa bir yazısı oluyor. Ama ana hikaye bildiğimiz gibi ilerleyip, bildiğimiz gibi sonlanıyor. Bridgerton ailesinin sekiz çocuğu var ve çocuklarını alfabenin ilk harfinden başlayarak isimlendirmişler. En büyük Antonie, sonra Benedict, sonra Colin, Daphne, Eloise, Francesca, Gregory ve Hyacinth olarak devam ediyor. İlk kitap tutunca, yazar, Antonie'den başlayarak diğer kardeşlerin aşk hayatlarını da sırasıyla kitaplaştırmış. Ama Netflix'teki sezonlar kitapların sırasıyla ilerlemiyor. O yüzden anladığım kadarıyla, ikinci ve üçüncü sezonda da diğer kitaplardan sapmalar mevcut. Bridgerton dizisini izleyip beğendiyseniz ya da Jane Austen'ın bütün kitaplarını okuyup bitirdiyseniz, okumanızı tavsiye ederim. İyi okumalar...

15 Eylül 2024 Pazar

İstanbul: Hatıralar ve Şehir

 

Orhan Pamuk'un İstanbul kitabını Murat Gülsoy önermişti. Benim Adım Kırmızı kitabını çok sevmiştim. Yine bir yaz bir solukta okuyup bitirmiştim ama diğer kitaplarını elime aldığımda bir türlü aynı tadı bulamayınca Orhan Pamuk okumaktan vazgeçmiştim. İstanbul kitabı çok içten ve çok akıcı. Belki herkesin yaşayıp da birbirine anlatmadığı anlarla dolu. Orhan Pamuk'un çocukluğu, gençliği ile İstanbul iç içe geçmiş. Yazarın anlatımına kimi zaman Ara Güler'in kimi zaman da yazarın kendisinin çektiği fotoğrafların eşlik ettiği bu hatıra kitabı, özellikle İstanbul ve Orhan Pamuk severler için okunmaya değer. 

1 Eylül 2024 Pazar

Buddenbrooklar: Bir Ailenin Çöküşü

 

831 sayfa kitap bir solukta bitti desem bana inanırsınız umarım. Colm Toibin'in Thomas Mann'ın hayat hikayesini anlattığı Sihirbaz kitabını okuduktan sonra Thomas Mann'ı okuma listeme eklemiştim ve ona Nobel Ödülü kazandıran bir şaheser olan Buddenbrooklar kitabından başlamak istedim. Bu tercihimden pişman da olmadım. Kitap, başlığından da anlaşılacağı üzere Almanya'da yaşayan Buddenbrook ailesinin çöküşünü anlatıyor. Thomas Mann bu kitabı yalnızca 25 yaşındayken, 1900 yılında yazmış. Kitap, 1835 yılında ihtiyar Johann Buddenbrook ile açıyor perdesini ve ihtiyar adamın torunun çocuğu Hanno Buddenbrook ile kapatıyor. Kitabın iki ana karakteri bence ihtiyar adamın torunları olan Thomas ve Tony. Bir de onların diğer kardeşi Christian var tabii. Christian ortanca çocuk olarak hayatını dilediği gibi yaşamayı ve türlü şımarıklıklar yapmayı kendinde hak olarak görüyor. Kitabın sonunda onu bu bencil seçimlerinin sonuçları bekliyor. Bence Tony kitabın en sevdiğim karakteri. Kitap, geçtiği ataerkil dönem yerine günümüzde yazılmış olsaydı, şirketin başına büyük erkek çocuk olan Thomas yerine küçük kız çocuk olan Tony geçerdi. Benim fikrime göre Tony, Thomas'ın aldığı eğitimleri alsaydı ve Thomas'a beslenen güven Tony'e verilseydi, ondan çok daha iyi bir iş başarır ve Buddenbrooklar'ın sonu gelmezdi. Tony, ilk evliliğinde bile söz sahibi olmayı başaramıyor, defalarca hayır dediği halde toplum ve aile baskısına yenik düşerek kötü bir evlilik yapıyor. İkinci evliliğine gelirsek, şimdiki gibi kadınların kendi başına var olabileceği bir dünyada yaşasaydı, ikinci evliliği düşünmezdi herhalde. Mann, dönemin ruhunu, zekice yaratılmış karakterler ve olaylarla okuyucuya başarılı bir şekilde aktarıyor, bu kalın kitabın kolayca okunmasını sağlayan da bu olsa gerek. 

İhtiyar Johann Buddenbrook'un oğlu, Thomas'ın babası Jean Buddenbrook kitabın sevdiğim ikinci karakteri. Kızını kötü bir evlilik yapmaya bilinçsiz bir şekilde zorlamış olsa da onu bu kötü evlilikten çekip çıkarmasını da biliyor. Bir kahraman gibi kızının imdadına yetişip, bu adamı seviyorsan borçlarını ödeyerek onu kurtarayım, sevmiyorsan seni ondan kurtarayım gibi bir teklifle geliyor.

Fakat ikinci evliliği biterken Thomas, Tony'nin arkasında ölmüş babası kadar sağlam durmuyor. Bu durumda, evliliğinde aldatılan kadın, kendisini kardeşine şu şekilde açıklamak mecburiyetinde hissediyor: beni aldattığı kadın benden güzel olabilir, ona karşı arzu hissetmiş olabilir ama bu ona beni aldatma, bana saygısızlık yapma ve bana karşı sorumluluklarını unutma hakkını vermez. Kitabın belki de en sevmediğim, ezik ve kişiliksiz bulduğum karakteri olan Thomas'ı bu açıklamalar da ikna etmeyince, Tony bir üst perdeye yükseliyor: "Yaşanan bir olay herkes duyunca mı yüz karası ve rezalet oluyor?" ve el alem ne der diye duyduğu küfürlere katlanamayacağını söylüyor.

Thomas, kardeşi Christian'dan pervasız hayat şekli sebebiyle nefret ediyor ve Thomas'ın sevdiği herhangi bir şeye Christian'ın ilgi duyması durumunda sevdiği şeyden nefret eder hale geliyor. Bana sorarsanız bu tavrının sebebi basit bir kardeş kıskançlığı olarak görünse de aslında Thomas, büyük erkek çocuk olmanın sorumluluğu altında eziliyor. Bence o da Christian gibi pervasız bir hayat yaşama arzusu içinde, bunu genç yaşta yaşadığı gönül macerasından da anlıyoruz, fakat sonunda kendisine para ve prestij getirecek bir evliliği tercih ediyor. 

Thomas kitap boyunca mutluluğu bulamayan bir karakter, belki de mutlu olmayı bilemeyen, elindekilerle mutlu olamayan bir karakter. Bütün miras, şirket, her şey kucağına kolay bir şekilde düşmüş. Onları elde etmek için hiçbir çaba sarf etmemiş pesimist bir karakter olan Tom, kendini şu kelimelerle ifade ediyor çok sevdiği kardeşi Tony'e: "İyi şeyler hep gecikir zaten, hep geç gelir ve geldiği zaman da sevinemezsiniz, bir türlü sevinmek gelmez içinizden..."

Öyle ki, hayattan keyif almasını bilmeyen bu karakter yaşama sevincini de kaybedip yaşamak için bir sebebi kalmayınca, resmen kendi kendini hasta edip öldürüyor. 

"Kişilik!.. Sahip olduğu, sahip olabildiği şey insanın gözünde çok değersiz, küçücük ve can sıkıcı görünür, fakat sahip olamadığı ve ulaşamadığı şeylere özlemle karışık bir kıskançlıkla, nefrete dönüşmesinden korktuğu için sevgiye dönüşen bir kıskançlıkla bakar insan."

Ölümle ilgili düşünceler kafasının içinde dolanıp dururken, Tanrı ve Kıyamet Günü ile ilgili hikayeler aklını kurcalıyor: "Bütün bu anlaşılmaz ve biraz da saçma hikayeyi düşündü kafasında, ama hikaye anlaşılmak istemiyor, yalnızca itaat edilmeyi ve inanılmayı istiyordu..."

Mann, kitabının son karakteri Hanno'nun, kendisi gibi, eş cinsel olduğu hissiyatını yaratıyor. Babasının arzu ettiği gibi biri olamayan annesi gibi naif bir karakter Hanno.

Buraya kadar okuduklarınız ilginizi çektiyse okumanızı tavsiye ederim. İyi okumalar...

18 Ağustos 2024 Pazar

602. Gece

 

Ekim 2023 tarihli yazımda Murat Gülsoy'un Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık kitabından bahsetmiş ve okuma listeme 602.gece kitabını da aldığımı söylemiştim. Hatta Murat Gülsoy'un online yaratıcı yazarlık atölyesine de katılmayı arzu ettiğimi de belirtmiştim. Neyse ki aradan bir sene geçmeden bu iki isteğimi de yerine getirmeyi başardım (insan hayatta önüne küçük hedefler koyup onları başarınca mutlu olmayı bilmeli :P). 

Öncelikle belirteyim, yaratıcı yazarlık atölyesi oldukça eğlenceliydi. Gülsoy'un katılımcıların metinlerine dair eleştirileri çok yapıcı ve yerindeydi. Kulağıma küpe olacak bir çok bilgi öğrenmenin yanı sıra, bazen yazdığım ve beğenmediğim metinleri neden beğenmediğimi de anlamamı sağladı. 

602. Gece kitabı ise Yaratıcı Yazarlık kitabından biraz daha farklı bir konseptte. Yazar bu kitapta Borges, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay ve Orhan Pamuk için derin okuma yapıyor. Gülsoy'un metinlere kattığı anlamla, kimilerine okunması zor gelen bu yazarlar birden bambaşka bir ışıkta karşınıza çıkıyor. Kitabın içinde başka yazarların metinlerinden de alıntılar mevcut. Jonah Lehrer'in Proust Bir Sinirbilimciydi kitabından alıntılanan "Bilimin sıkıntıyı artırıcı keşifleri sayesinde ölümsüz ruh mevta olmuştu. İnsan düşmüş bir melek değil, maymunun tekiydi" ifadesi insanın yüzüne tokat gibi çarpıyor mesela. 

John Fowles'un Fransız Teğmenin Kadını kitabında, hikaye akarken yazarın sesinin birden devreye girip neden yazdığını açıklamasını, "Tek bir sebebi paylaşırız: Bu dünya kadar gerçek ama ondan farklı dünyalar yaratmak", Gülsoy şöyle yorumluyor; "Yazar, bu karakterlerin kendilerine has bir iradeleri olduğunu, her ne kadar bu dünyayı kuran bir yazar varsa da dünya bir kez kurulmaya başlandığında kendi gerçekliğini de beraberinde getireceğini savunuyor." 

Borges'ten güzel bir alıntı var Borges'le ilgili bölümün sonunda; "Don Quijote'nin Don Quijote'nin okuru olması ya da Hamlet'in kendi oyununun izleyicisi olması neden rahatsız eder (bizi)? ...bir kurmacanın karakterlerinin kendi kurmacalarının okurları ya da izleyicileri olabileceğini öneren bu tersine çevirmeler, bizlerin de, birer okur ya da izleyici olarak kurgusal varlıklar olabileceğimizi söyler."

'"Ölüm bile arkasında dayanacağı bir yalan olmazsa tahammülsüz bir şey olur,' diye yazacaktır Tanpınar bu sahnenin sonunda. Dinsel inançların ölümden sonrası tasavvurlarının birer "gerekli" yalan olduğunun ifadesi olsa gerek bu cümle. Tanrısız olmanın dehşetidir belki de ifade edilmek istenen."

"Sadece toplumsal uzlaşı içinde herkes mış gibi yaptığı için (ve aslında bunu içten içe bildiği ya da hissettiği için) gerçekten kimse dürüst değildir. Kimse kimseye gerçek bir sevgi ve saygı duyamaz. Bu durumu herkes bildiği halde mış gibi yapmak herkesin işine geldiği için hayat bu şekilde devam eder."

Orhan Pamuk'tan alıntılanan ve yazarlığa dair bir hoşuma giden bir başka cümle de şu şekilde; "İnsanın kendi kişisel hazlarına ve mutluluğuna yönelik bir alışkanlığın ürünleri nasıl oluyor da o kadar çok kişinin ilgisini çekebiliyor?"

Yazmakla ve okumakla ilgileniyorsanız, bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. İyi okumalar...

11 Ağustos 2024 Pazar

Müzikofoli: Müzik ve Beyin Öyküleri

Oliver Sacks'ın Karısını Şapka Sanan Adam kitabından sonra Müzikofoli kitabını da alıp okumaya karar verdim ama doğrusunu söylemek gerekirse, bu kitabı diğeri kadar severek okuyamadım. Kitabı ilk yazıp yayınladıktan sonra  okuyuculardan gelen hikayelere, kitabın sonraki baskılarında oldukça uzun dipnotlarla yer veren yazar, kitabın okunmasını zorlaştırmış. Kitap, Musallat Olan Müzik (durup dururken istemedikleri halde kafalarının içinde müzik duyanların hikayeleri), Müzik Yatkınlığının Geniş Yelpazesi, Bellek, Hareket ve Müzik (Müzik ve Tourette sendromu gibi hastalıkların ilişkisi), Duygu, Kimlik ve Müzik (Demans tedavisinde müzik) gibi bölümlere ayrılarak birçok tuhaf hikayelere yer verilmiş. Sacks, aslında doktor olmasının ötesinde iyi bir gözlemci ve kitaplarında okurlarına aktardıkları daha çok kendi gözlemlerine dayanan hikayeler. İyi okumalar... 

15 Temmuz 2024 Pazartesi

Karısını Şapka Sanan Adam

 

Oliver Sacks'ın Karısını Şapka Sanan Adam kitabının başlığı oldukça ilgi çekici. Ortaokulda bir edebiyat öğretmenimiz vardı, değişik kitap başlıkları toplamamızı söylemişti. Hatta başlıkları bulup bir fihriste yazıyorduk. Bu kitabın başlığını görünce aklıma o öğretmenim geldi. Emekli olduktan sonra Zafer Çarşısı'nın orada bir sahaf dükkanı açmıştı.

Konumuza dönersek, nöroloji ve psikoloji profesörü olan Oliver Sacks'ı Robin William'ın canlandırdığı Uyanışlar filmini izlediyseniz, kitabın yazarını tanıyorsunuz demektir. Bu arada bu filmi izlemediyseniz de izlemenizi tavsiye ederim. 

Bu kitabı okuma sebebimse, Bahri Karaçay'ın Mutlu Beyin kitabı. Karaçay, kitabında Sacks'ın kitaplarındaki örneklere çokça yer vermiş ve kaynakça olarak koymuştu. Ben de kitaptaki öyküleri ilk ağızdan okumak istedim. 

Kitap, gerçekten de başlığı kadar ilgi çekici hikayelerle dolu: "Yüzleri tanıma yetisini kaybeden Dr. P, kendini hep on dokuz yaşında zanneden 'Kayıp Denizci Jimmie', bedeninin kendine ait olduğu hissini yitiren Christina, koku duygusu bir anda bir köpeğinki kadar keskin hale gelen Stephan D., yürüyen bir tikler ansiklopedisi olan 'Nükteli Tikli Ray'..."

İlginç nörolojik hikayelere meraklıysanız okumanızı tavsiye ederim. Kitap, 1986 yılında yazıldığından, görüntüleme tekniklerinin günümüzdeki kadar gelişmemiş olduğunu aklınızda tutmanızda fayda var. Bu sebeple, kitabın içindeki hikayelerde mutlu son ararsanız, aradığınızı bulamayabilirsiniz. Anladığım kadarıyla, Sacks çok iyi bir gözlemci, fakat doktorluk yaptığı dönemdeki imkanlar düşünüldüğünde, bu tarz hastalıkları tedavi etme olasılığı yok denecek kadar az.

Sultan Hamid Düşerken

  Nahid Sırrı Örik, Türk edebiyatının çok kıymetli ama pek bilinmeyen yazarlarından. Kıskanmak kitabıyla tanımıştım onu, çok da sevmiştim. ...